Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

İnsanların anlamasına yardımcı olacak bir dil üretmek lazım

 
 
 

Türkiye'den bakış

 

İnsanların bir şeyleri anlamasına yardımcı olacak dili üretmek lazım

Rober Koptaş'la söyleşi

 

 
Robert Koptaş

Agos gazetesi Genel yayın yönetmeni

Agos Genel yayın yönetmeni Rober Koptaş’la gazetenin Türkiye’de dönüştürdüklerini, Hrant Dink’ten sonra devam ediş serüvenini, Türkiye’nin son altı yılda tabu meselelerinde geldiği  ve gelemediği noktaları konuştuk. Koptaş’a göre “İğneyle kuyu kazsa” da, bu meselelerin Türkiye’de daha rahat konuşulur hale gelmesinde önemli katkıları olan gazete sistemin unutturduklarını hatırlatıyor ve onların daha fazla kişi tarafından anlaşılır olması için yeni bir dil üretmeye çalışıyor.


Agos’la tanışma hikayenden bahsedebilir misin ? Çıkmadan önce bu girişimden haberdar mıydın ? İlk eline aldığında neler hissettin ?

Çıkmadan haberdardım. O zamanlar Aras Yayıncılık’ta part-time çalışıyordum. Grafiker Vartan Paçacı ile Hrant abi bir toplantıyı Aras’ın ofisinde yaptılar. Vartan Paçacı hazırladığı Agos grafik taslaklarını Hrant abi’yle paylaştı. Bana da sordu Hrant abi, “Hangisi güzel ?” diye. Mavi logolu tasarımlar vardı, onları beğenmedim. “Mavi turizm rehberine benziyor. Kırmızı daha bir gazete gibi oluyor” diye kendimce ukalalık yaptım. Sonra gazete çıktığında logonun kırmızı olduğunu görüp kendime paye çıkarmıştım. Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. “Nihayet vapurda, trende okuyabileceğim, Türkçe olduğu için rahatça, korkmadan açabileceğim bir gazetemiz oldu” diye düşündüğümü hatırlıyorum.


Hrant Dink’le daha önceden tanışıyor muydunuz ?

İlk tanışmamız o zamandı. Çok yoğun bir teşriki mesaimiz olmadı. 2005’te Bilgi Üniversitesindeki konferansta, bir sunum yapmıştım, beni bir kenara çekip “Yaptığın işleri takip ediyorum. Güzel şeyler yapıyorsun” demişti. Ben de çok gururlanmıştım. Mayıs 2006’da bizi, Aras yayıncılık ekibini, bir görüşmeye çağırmıştı. Şimdi Aras’ın yayınladığı “Osmanlı İmparatoruğu’nda Ermeniler” kitabını çevirttiğini, bastırmak istediğini ama üzerindeki baskılar nedeniyle o ara bunu tercih etmediğini söyledi. Ve kitabı bize teslim etti.  O toplantıda Hrant abi’yi çok gergin ve bezmiş gördüm. Üzerindeki baskıların ağırlığı hissediliyordu. Tanıdığım kadarıyla çok hayat dolu, canlı bir yapısı vardı. O gün öyle değildi. Bu beni çok üzdü, sarstı. “Nasıl ona destek olabilirim ?” diye düşündüm.  “Agos’a yazayım” dedim. Kendisinden randevu istedim, gittim, anlattım. O da hemen “Bu haftadan itibaren başla, ama sektirmeyeceksin bundan sonra” dedi. 2006 Ağustos’un sonunda Agos’ta her hafta yazmaya başladım. Ondan 5-6 ay sonra da öldürüldü.


Agos çıkmadan önce Türkiye toplumunun geneli ve Ermeni toplumu nasıl bir noktadaydı senin gözlemlerine göre ?

Agos çıkmadan önce Ermeniler çok içine kapalı yaşıyorlardı. Patrikhanenin merkezde olduğu, iki gazetenin gündemi belirlediği, kültürel bir takım faaliyetlerle insanların yan yana geldiği ama hiçbir şekilde cemaat dışına sesi çıkmayan, neredeyse yokmuş gibi yaşayan, ancak devlet tarafından ihtiyaç

duyduğunda çağrılan bir takım görevlilerin var olduğu bir yapı vardı. Ama Türkiye değişiyordu. Dolayısıyla Ermeni toplumunun yapısı çok sürdürülebilir bir yapı değildi. Agos ta bunun bir sonucu.

Türkiye için baktığımızda, Agos öncesi ve sonrası, özellikle Ermeni meselesi bağlamında akla kara gibi. Bugün elbette çok ideal bir noktaya ulaşmış değiliz. Ama 20-30 sene önceyle kıyasladığımızda Türkiye’de Ermenilerin kim olduğu, ne tür sorunlar yaşadığı, geçmişte neler olduğu konularında bilinç sahibi olan ve bu alanda çalışan çok sayıda insan var. Agos olmasaydı muhtemelen bunların çok azı, Hrant abi olmasaydı çok daha azı olacaktı. Agos neredeyse bir sivil toplum kuruluşu gibi, bazen bir üniversite meclisi gibi çalıştı. Ve bu anlamda da bir fikri dönüşümün en önemli merkezlerinden biri oldu. Türkiye’de eğer nefes alabileceğimiz, konuşabileceğimiz, diyalog kurabileceğimiz bir zemin varsa Agos’un ve Hrant Dink’in burada herhalde önemli bir rolü var.


İlk çıktığında tepkiler nasıldı ?

Ermenilerde iki çeşit tepki vardı : ağırlıklı olan büyük bir destek ve heyecan. Halk tabakası diyeceğimiz insanlar çok sahiplendiler. Ermeniler içinde küçük bir kesim için ikinci tepki red ve tavır alma şeklinde oldu. Türkçe yayınlanmasını bir tür Ermeni kültürüne hakaret olarak görenler oldu. Bunun ötesinde kendi çıkar ilişkileri içindeki konumu zedelendiği için Agos’a karşı çıkanlar da oldu. Çünkü Agos hiçbir zaman Türkiye için istediği demokratikleşmeyi, şeffaflaşmayı Ermeni cemaati için istemeyecek bir riyakarlık içinde olmadı.


Diasporada algılanışı nasıl ?

Türkiye’den yakın zamanda göç edenlerin daha yakından takip ettiği bir gazete. Çok eski zamanlarda gitmiş, Türkçeyi unutmuş kuşaklar için çok bir şey ifade etmiyor. Ama öyle bir kesim var ki, memleketle ilgili haberler almanın, memleketle beslenmenin en önemli araçlarından biri Agos.


Hrant Dink’in kişiliğinin Agos’un varoluş şekline doğrudan bir etkisi vardı, değil mi ?

Bence %100. Belki ilk dönemler bu belli belirsiz olabilir, ama bir süre sonra, Hrant Dink işi tek başına üstlenince kendi kişiliği ve ruhuyla gazeteyi daha çok çekip çevirmeye başladı. O güne kadar gördükleri, entellektüel birikimi, ama bence en çok ta sezgileri ile gazetesine yön verdi ve çok yanılmadı aslında. Bunu da gittikçe daha fazla kamuoyu önüne çıkarak yaptı. Adeta bu yolda yürürken hem kendi kişiliğini güçlendirdi, hem de Agos’a  şekil  vermiş oldu.


Hrant Dink Türkiye’nin 1915’le yüzleşmesinin yolunu açmak için vicdanlara seslenmek kadar bu konudaki bilgisizliği de aşmak gerektiğine inanıyordu. Agos sanırım bugün de bu misyonu devam ettiriyor.

Bu her şeyden önce karşı karşıya olduğunuz sistemi bilmekle ilgili. Sistemin insanları nasıl endoktrine ettiğini biliyoruz. Milli eğitim sisteminde ne tür ders kitaplarıyla insanların eğitildiğini biliyoruz. Hal böyle olduğu için insanları veya toplumu suçlamak gibi bir şeyin çok anlamı olmadığını düşünüyoruz. Burada daha çok sistemi değiştirecek dönüşümü sağlamak anlamlı geliyor. Onun da çok kolay olmayacağını, uzun erimli bir mücadeleyle ancak gerçekleşebileceğini biliyoruz. Hem bilgi vermek,

yani sistemin unutturduklarını hatırlatmak, hem de vicdana davet etmek gerekiyor. İnsanları milliyetçi olmayan, sert olmayan Ermeni duruşuyla bir anlamda şaşırtmak, ezberlerini bozmak gibi bir durum da kaçınılmaz olarak var.


Agos’un tarihinde 1915’e dair bir terminoloji tartışması hiç oldu mu ? “Soykırım demeyelim şu terimi kullanalım, ya da diyelim” gibi…

19 Ocak öncesinde ne konuşulmuştu bu konuda bilmiyorum, ama öncesinde soykırım gazetede kullanılan bir tabir değildi, çok nadir, başkaları alıntılandığında, bunun dışında hatırlamıyorum. 19 ocak sonrasında ciddi bir tartışma yaşanmadı bu konuda, kimi yazarlar kullandı, kimi haberler içinde geçti. Hrant Dink’in de, genel olarak Agos ailesinin de yaşananların bir soykırım olduğuna bir şüphesi yok. Ama bir yandan da bu işin soykırım olarak tanımlanmaması bizim için çok da önemli değil. Bizim için öncelikle idrak edilmesi, Türkiye toplumu tarafından bilinmesi, insanların vicdanında bunun mahkum edilmesi önem taşıyor. Mesela 19 Ocak sonrası özellikle kullandım kendi yazılarımda. Gerçekten öfkenin sonucuydu. “Aramızdan en barışçı olanı alıyorlarsa barışçı olmanın çok bir anlamı yok” gibi bir şeydi. Ama son zamanlarda benim için önemli olan okuyan insanların bir şeyleri anlamasına yardımcı olabilecek dili üretebilmek. Hrant abi de belki hayatı boyunca bunu aradı, Agos macerası o dili aramakla geçti. Onu çok doğal bir şekilde üretebiliyordu kendi kişisel özelliklerinden dolayı.


Bugün Agos, Hrant Dink’in hayal ettiği gibi, daha profesyonel bir gazete haline geldi.

Daha kurumsal olduğu kesin ama daha profesyonel değil. Konular çeşitlendi, sayfa sayısı artı, bu da ciddi bir organizasyon gerektirdi. Önceden biraz daha aile içi bir gazete olarak devam ediyordu. Daha kurumsallaştı, ama ruhu amatör hala. Profesyonnelleşme arzusu var. Bu arzu da gazete ayakta daha sağlam durabilsin, geleceğe daha iyi taşınabilsin diye, hiçbir zaman kar etme amaçlı değil. Konu çeşitliliği arttı. Sadece Ermeni meselesiyle ilgili konularda değil, bütün konularda bir merakımız var. Dünyadaki gelişmelere de gücümüz yettiğince değinmeye çalışıyoruz.


Okur profiliyle ilgili çalışmanız var mı ?

Çok kesin veriler veremem, ama 5000 kadar Agos satılıyor. Bu 5000’in 500 kadarı da yurtdışı abone. Okurların yaklaşık yarısı Ermenidir. Ermeni olmayanlar giderek artıyor. Dağıtım ağımız çok geniş değil ama başka bazı şehirlere de gidiyoruz. Örneğin iki kitabevine gidiyoruz Diyarbakır’da.


Geçen 6 yıla baktığın zaman Türkiye’yi nasıl bir noktada görüyorsun ?

Toplumun bir kesimi Hrant Dink’i ölümüyle tanıdı ve Ermeni meselesinin çeşitli boyutlarına onun ölümü vasıtasıyla hakim oldu. Hrant Dink’in öldürülmesiyle bir takım haksızlıkların, bir takım ayrımcılıkların Türkiye’deki gayrimüslümlerin, Ermenlierin ayrımcılığın günlük hayatlarının bir parçası olduğu biraz daha kök kazanan bir bilgi oldu topumun geniş kesimlerinde. Yani “İşini yapan bir Ermeni gazeteci öldürüldü” bilgisini insanlar aldılar. “Neden böyle oldu? Neden bu inan öldürüldü ? Ermeni olduğu için” gibi sorular ve cevaplar insanları muhtemelen daha derinden etkiledi. Hiçbir faili meçhul cinayetten 6 yıl geçtikten sonra bu kadar fazla yürüyen olmamıştı bugün kadar. Hrant Dink cinayeti devletin temizlenmesi anlamında çok kritik bir yerde duruyor. Suç işlemeyen, kendi vatandaşlarına karşı bu tip operasyonlara girişmeyen bir devlet arzusu bu davada adaleti talep etmeyi gerektiriyor. Hala çok milliyetçi bir şekilde hak ettiği için öldürüldüğünü düşünenler de vardır tabii ki ama bunların çok azınlıkta olduğuna inanıyorum.


1915’le yüzleşme ya da Ermenistan’la ilişkiler konusunda 6 yılda nerelere geldik ya da gelmedik ?

Bence bunların hepsinde daha iyi noktalardayız. Toplumun, kamuoyunun hazırlığı anlamında daha ilerlediğimiz kesin. Ama hepsi de çözülmeyi bekleyen sorunlar olarak duruyor hala. Yani mücadelenin devam ettiği, toplumsal zeminin genişlediği, sivil alanın genişlediği bir süreçten geçiyoruz ama devlet genel olarak tavrını değiştirmediği için, ders kitapları değişmediği için, sürekli resmi propaganda yeniden üretildiği için çok büyük yol kat etmiş değiliz. Günlük gel gitler bazen bizi ümitsizliğe sürüklese de, uzun vadede baktığım her seferinde Türkiye toplumunun bu anlamda daha iyiye gittiğini görebiliyorum.


İğneyle kuyu kazar gibi, yavaş mı ilerleyecek bu süreç ?

Böyle düşünmemin sebebi Türkiye’yi, devleti tanımam. Zorla da olsa, zorbalıkla da olsa, kendine bir topum yarattı, onun içine bazı görüşleri yerleştirdi ve onarı değiştirmek çok kolay değil. Maalesef dünya üzerindeki Ermenilerin ve Ermenistan’ın bekleyecek sabrı da pek yok. Onları da çok iyi anlıyorum. 98 yıldır zaten bir acıyla kavrulmuş durumdalar. İnkar bunun üzerine ekleniyor, öfkeyi büyütüyor. Onların kalp atışlarının ritmiyle Türkiye’nin bu anlamdaki ritmi çok farklı. Ama gerçek şu ki belirleyici olan Türkiye’nin ritmi olacak.


Türkiye’de devlet karar verdiği zaman bazı konularda ani bir tavır değişikliğine gidebiliyor. Bu hususta böyle bir şey beklemek çok mu iyimserlik olur ?

Belki Ermenistan’la ilişkiler konusunda böyle bir şey gerçekleşebilir, uluslar arası konjonktür isteyebilir. Birdenbire sınırın açıldığı, ilişkilerin başladığı bir döneme geçebiliriz. Çok da hayırlı olur. Ama soykırımın kabulüyle ilgili ben çok yoğun bir dış baskı olacağını düşünmüyorum. Türkiye her zaman Batılı ülkeler için önemli ve son kertede kaybedilmemesi gereken bir müttefik. Fransız Anayasa mahkemesinin inkar yasasını reddetmesi bunun son örneğidir. O tavrın çok değişeceğine inanmıyorum. Yine işin iğneyle kuyu kazmaya kalacağını düşünüyorum. Bir gün mutlaka kabul edilecek gibi de düşünmüyorum. Belki Türkiye soykırımı hiçbir zaman kabul etmeyecek. Ama toplumda konuşulması, toplumda daha fazla insanın farkına varıyor olması, bazı şeylerin özgürce yazılıp çiziliyor olması bile önemli bir aşamaya tanıklık ediyor. O aşama ileride toplumsal tanımayı getirirse politika da kabul etmek durumunda kalacaktır. Hele uluslar arası konjonktür de denk gelirse kaçınılmaz olacaktır.