Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Bölgedeki jeopolitik değişikliklerle sınanan Rus-Ermeni ilişkileri

 
 
 

Ermenistan'dan bakış

 

Bölgedeki jeopolitik değişikliklerle sınanan Rus-Ermeni ilişkileri

Lilit Vardanian

 

 
Lilit Vardanian

Paris VIII Üniversitesi, Institut Français de Géopolitique’te doktora öğrencisi

Son beş yılda Ermenistan gerek siyasi alanda gerekse sınırları etrafında jeopolitik anlamda önemli çalkantılar yaşadı. Bu süre içinde ülke sosyopolitik karışıklıklar, Anayasa ve siyasi rejim değişikliği, savaştan kaçan binlerce Suriyeli Ermeni’nin kabul edilmesi, Ermeni Soykırımı yüzüncü yılı anma etkinlikleri, dış stratejik önceliklerin yeniden belirlenmesi ve Yukarı-Karabağ’da savaşın yeniden başlaması gibi süreçlerden geçti. Ermenistan’ın en eski stratejik müttefiki olan Rusya ile ilişkilerindeki zorlukları anlamaya çalışalım.

Ermenistan-Rusya ilişkilerinin tasviri

“Tamamlayıcı” olarak anılan çok-vektörlü yabancı politika tercihine rağmen Ermenistan neredeyse her zaman için uluslararası topluluk tarafından Rusya’nın sadık “uydu”su olarak görülmüş ve sunulmuştur. Oysa Ermeniler (post-Sovyet döneminde aynı muameleye maruz kalan diğer ülkelerde olduğu gibi) tarafından hiç de iyi algılanmayan bu yakıştırma, çok basite indirgenen bir yakıştırma ve Rus-Ermeni ilişkilerinin zorluklarının ne kadar anlaşılmadığının da göstergesi.

İki ülke arasındaki kültürel bağların tarihçesine çok girmeden, güney Kafkasya’daki komşularından farklı olarak Ermeniler, ortak tarihlerinde ihtilaflı bazı dönemlere rağmen Ruslara karşı hiçbir zaman bir düşmanlık beslememişlerdir. Aksine, “kurtarıcı Rusya” imajı uzun yıllar Ermeni tasvirlerinde yer etmiştir. Bugün hala Rusya ve Ermenistan’daki askeri üsler ülkenin güvenliğinin tek garantörleri olarak tanımlanır, özellikle de Ermenileri düşmanı yapmış olan militarist Azerbaycan ve her zamankinden daha milliyetçi, hoşgörüsüz ve öngörülmeyen Türk rejimine karşı.

Bu tür tasvirler, önemli doğal kaynaklardan yoksun batı ülkelerinin, doğu ve batı sınırları Türk ve Azeri ablukası nedeniyle kapalı olan güney koridorunun geçiş bölgesi olarak dahi pek de ilgisini çekmeyen küçük cumhuriyet savlarına dayanır. Kuzey-güney ekseninde, yani İran ve Rus çıkarları için çok daha değerli. Rusya-Batı cepheleşmesi ışığında burada, 2010’da Rus-Amerikan ilişkilerinin yeniden başlaması ile ve İran’ın göreceli açılımı ile uykuda olan güney-Kafkas “jeopolitik çarpısı”nın yeniden doğuşunu gözlemliyoruz.

Ancak bu tasvir çoğu zaman, Rusya’yı Ermeni “felaketi”nden hatta kimi zaman körü körüne suçlayan Rusya ile kırılma taraftarı olanlar tarafından eleştirilir. Genelde bu cephe, ArmRus, daha sonra Gazprom Ermenistan olan Gazprom gibi stratejik ulusal firmaların Ruslara satışını örnek göstererek, Ermeni yetkililerin ülkenin geleceğini Rusların insafına bırakmalarına sitem eder. Onlara göre, Gürcistan örneğinde olduğu gibi Avrupa yapılarına entegre olmak Ermeni çıkarları için daha iyi bir çözüm olurdu.

Oysa bu iki kutuplaşmış tasvir bugün azınlıkta. Ermenistan’da ulusal çıkar ve dengeli siyasi-ekonomik ilişkilerin gelişmesi iradesi, hem toplumda hem de siyasi ve entelektüel elitler arasında baskın düşünce. Ülkenin zor sosyoekonomik durumu konusunda ise Türk-Azeri ablukasının “kusur” payı var kuşkusuz ama halk hayatını engelleyen siyaset içi sorunların da bilincinde ve sakinlerinin bir kısmını göçe itiyor.

Rusya’nın koruyucu imajının itibar kaybetmesi

Bu tasvirler dengesi halk arasında Rusya’nın koruyucu imajının itibar kaybetmesinin bir sonucudur. Hem Ermenistan’da hem de diasporada yeni neslin bir kısmı, soykırım ve katliam geçmişini aşarak Ermeni tarihinden gerekli dersleri çıkardı ve daha güçlü bir Ermenistan için ve tazminatlar için çalışıyorlar. Vatansever, akıllı ve çok dilli olan bu yeni nesil, çok talepkar ve hayal kırıklığına tahammülü yok. Oysa Moskova uzun zaman sadece yetkililer ile çalışarak  ve tereddüt etmeden  elindeki ekonomik ve siyasi kaldıraçları da kullanarak bu nesli göz ardı etti. Böylece son yıllarda başkent Erivan’ı etkisi altına alan sosyopolitik gösteriler Rus uzmanlar tarafından  batı STK’larının  Gürcistan ve Ukrayna benzeri bir renk devrimi düzenlemek üzere kışkırtmaları olarak yorumlandı. Bütün bu gösterilerin mekanizmalarını analiz etmek zor olsa da çok sayıda Rus uzman tarafından Batı kışkırtması gibi suni indirgeme aslında ülkenin gerçek sorunlarını anlamayı reddetmelerinin bir göstergesi.

En büyük hayal kırıklığı, silah satışı ve Rusya’nın Azerbaycan ile yaptığı stratejik ortaklıktan kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanı Sergey Sarkisyan’ın da ifade ettiği gibi, Ermeni askeri için Rus ordularının saldırısına maruz kalmak psikolojik bir sorun. Ruslar Ermenileri üç önemli savı ileri sürerek teskin etmeye çalışıyorlardı: bu sadece bir iş, C-300’ler ile Ermenistan stratejik avantajı koruyacak, Rusya, bu silahların bakım ve tedariğini sağlayacağından bu silahların kullanımını da daha iyi kontrol edebilecektir. Ancak Nisan 2016’da Yukarı Karabağ savaşı sırasında bu silahların kullanılması ile birlikte Rusya’da bu satışın maksadı ve sonuçlarının yeniden ele alınmasına yönelik bir tartışma başladı.

Ocak 2015’te meydana gelen bir başka olay, Rusya’nın imajına daha da gölge düşürdü. Avetisyan ailesinin, 102. Rus askeri üssünde, teknisyen Valeri Permyakov tarafından öldürülmesi. Bu olay Erivan ve Gumri’de katilin davasının Ermenistan’da görülmesini talep eden gösterilerin yapılmasına da neden oldu. Bu olayların ardından , Rus Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Ağustos 2010 tarihindeki devlet ziyareti esnasında kira kontratı 2044 yılına kadar uzatılan Gumri askeri üssünü birden dikkatlerin odağı yaptı, kontrata göre, mevcut askeri güçler Yukarı Karabağ’ın değil sadece Ermenistan’ın güvenliğini sağlamakla yükümlü. Aynı belirsizlik, Ermenistan’ın Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan ile üye oldukları Bağımsız Devletler Topluluğu’nun silahlı kolu olan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü bünyesinde de geçerli. Oysa üçüncü ülkelerin saldırılarına karşı üyelerinin güvenliğini sağlamakla yükümlü olan örgüt, Azerbaycan’ın Ermeni köylerine yönelik atışları karşısında, 2014 ve 2015 yıllarındaki çok sayıda kışkırtma örneğinde olduğu gibi sessiz kalıyor. Aralık 2016’nın son günlerinde, (Tavuş bölgesi) Çinari’ye Azerilerin girmesi sonrasında 2003 yılından beri görevde olan örgüt eski genel sekreteri Nikola Bordiuja bu provokasyonu kınamak üzere nihayet bir bildiri yayınlamıştı. Erivan tarafından uzun zamandır beklenen ve takdirle karşılanan bu tavır alma nihayet bu uzun görevin sonunda ifade edilmişti.

Bununla birlikte, genel sekreterin yerine kimin geleceği konusu Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü derin bir krize soktu. Örgütün başkanlığı örneğinde olduğu gibi, üye devletlere bu sorumluluğu dönüşümlü olarak vermek üzere genel sekreterlik için de “dönüşümlü” sistem kararı alındı. Kararın Ocak 2017’de yürürlüğe girmesiyle birlikte alfabetik sıraya göre, Ermenistan bu görevi ilk yerine getirecek ülke olacak. Hatta Ermenistan Savunma eski Bakanı Seyran Ohanyan’ın  atanacağı yönünde söylentiler olsa da, kendisi daha sonrasında bu haberleri yalanladı. Ermeni halef konusunda uzlaşı eksikliği, Beyaz Rusya ve Kazakistan’ın cumhurbaşkanları Lukaşenko ve Nazarbayev’in Azeri cumhurbaşkanı Aliyev ile çok yakın olması nedeniyle muhalefet etmelerinden kaynaklı. Ermenistan’ın da ortağı olan, Avrasya Ekonomi Birliği bünyesindeki iki ülke, Ermenistan’a açık düşmanlıklarda (Beyaz Rusya’nın İsrailli-Rus blogör Alexander Lapchine’in  Azerbaycan’a sınırdışı edilmesi kararı gibi) ve bu stratejik ittifakların hiçbirinin üyesi olmayan Azerbaycan’a yönelik dostluk açıklamalarında bulunuyorlar. Bu Ermenistan’ın sinirlenmesine neden olduğu gibi Rusya’nın kurucularından olduğu ittifakların elverişliliğini de sorgulatıyor.

Bu durum karşısında yetkilileri ve uzmanları temkinli olmaya davet etmek üzere Rusya’da da sesler yükseldi. Kamu diplomasisinin Rus vakıf ve örgütlerinden (“Fond Gortchakov”, “La Diplomatie créative”) çıkan bu uzmanlar faal olarak Ermenistan’da çalışıyorlar ve Rusya’nın er ya da geç yüzleşmek zorunda olacağı gerçek zorluğun farkına varmaya başladılar. Öte yandan, Joseph Nye’ın tanımladığı soft power (yumuşak güç) kavramından hala uzak olan ikna taktiği çerçevesinde Moskova’nın  vermeye çalıştığı mesaj, post-Sovyet toplumların Rus toplumu ile aynı geleneksel değerleri paylaştıkları ve sadece SSCB içinde değil Çarlık döneminde de yaşadıkları ortak bir tarihlerinin olduğudur. Dolayısıyla post-Sovyet toplumlarda, “rakip propagandaya” meyletmelerini engellemek için “Rus dünyasına” ait oldukları duygusunu  “batı dünyasından” farklılıklarının altını çizerek işleme arzusu gözlemleniyor.

Avrasya Ekonomi Birliği’ne Ermenistan’ın katılımının getireceği zorluklar

Yukarıda sıralanan öğelerin birikimi Rusya’ya duyulan güveni bozuyor ki bu da uzun vadede öngörülemeyen sonuçlar doğuruyor. Aykırı bir biçimde ise popüler vicdan bu hayal kırıklıklarına alışıyor. Pragmatizme uygun olarak, yetkililer güvenliği ve gelişimi sağlamak için imkanlar çerçevesinde kontrol etmeye çalışıyorlar. Ermenistan, 2013 yılında AB ile doğu ortaklığı çerçevesinde, ortaklık antlaşmasını imzalamayı reddederek ve Avrasya yapıları ile ekonomik bütünleşmeye öncelik vererek stratejik ve pragmatik bir seçim yaptı. Bugün bu olaylara ve özellikle de Ukrayna’daki durumun gelişimi dikkate alındığında, 2013 yılının sonunda Ruslar ve Batılılar arasında birbirine zıt talep ve çıkar çatışmasının ortasında kendini bulan Ermenistan’ın bu seçiminin aslında bu hassas durumdan kazanan olarak çıkmak adına en iyi çözüm olduğu görülüyor. Rusya ve AB karşılıklı olarak birbirlerini o kadar suçluyorlardı ki zaten imza atan ülkelere başka da bir seçenek bırakmıyorlardı. Böylece Avrupalı yetkililer, onları Avrasya yapıları içinden ekonomik bütünleşmeye çekmek için Moskova’nın Ermeni ve Ukraynalı yöneticiler üzerinde baskısı olduğunu hatırlatıyordu. Moskova’nın buna cevabı kendi pazarını ve yerel üreticilerini korumak zorunda olduğu yönündeydi. Aslında o dönemde, Kremlin ve onun Avrasya ortakları daha ucuz olan Avrupa ürünlerinin, eğer bu ülkeler ortaklık antlaşmasını imzalar ise Ukrayna veya Ermenistan üzerinden gelecekteki Avrasya Ekonomi Birliği’ni ele geçireceğinden korkuyorlardı. Bu mantıklı görünse de buradaki zorluklar Rusya’nın ekonomik çıkarlarının çok daha ötesindeydi. Burada asıl yapılmak istenen kendi hayati alanına batının müdahil olmasını engellemekti. Aslında, Güney Kafkasya’nın da bir parçası olduğu post-Sovyet alanın Rus tasvirlerinin sembolik yönü genelde ekonomik ve güvenlik çıkarların yararına olacak şekilde indirgeniyor. Oysa, SSCB’nin çöküşünden sonra sonsuz Rus kimliği araştırmaları ile Sovyetler Birliği ve Çar İmparatorluğunun kaybedilen gücüne yeniden sahip olma arzusu  hem Rus jeopolitik seçimlerini hem de güçlü ekonomisi ile güvenli bir ülke ihtiyaçlarını belirliyor. Şunu hatırlatmakta fayda var, Vladimir Putin’in ilk kez seçildiği 2000 yılında endişe ettiği konu - dünya güçlerince eşdeğerde saygı ve kabul görülecek Rusya’nın gücünün statüsünün tanınmasıydı. Ancak, Sovyet mirasının ve çevredeki cumhuriyetlerin Rus devletinin modernleşmesini yavaşlattığından emin olan Boris Yeltsin’in ilk yönetimindeki “Batılılar”, Atlantik İttifakı ve ABD ile yakınlaşma politikasına öncelik vermişlerdi. Bağımsız Devletler Topluluğu yeni Rus iktidarının ilk hedefine bağlı buldu kendini: dünyanın “medeni ulusları”na katılmak. Ama bir tek batılılara yönelen bu yaklaşım beklenen sonucu getirmedi. Rusya Sovyetler döneminde olduğu gibi bir güç kabul edilmemekle kalmıyor aynı zamanda post-Sovyet alanın siyasi ve ekonomik süreçlerinden de uzaklaşmıştı. Moskova hızlıca stratejisini yeniden gözden geçirdi  ve “yakın yabancı”yı dış politikasının merkezine yeniden yerleştirdi. Bu iktidar taleplerini daha da ileri taşıyan Vladimir Putin ve Rus yetkililer daha sonraları Rusya’nın hem Avrupalı hem de Asyalı çift kimliğini vurgulayarak Avrasya gücü kavramını seçti.

Kremlin’in batı dünyasının büyük siyasi eğilimlerine karşı çıkarak ve kendini Amerikan gücüne karşı inandırıcı alternatif bir güç olarak sunarak statüsünü ispat etmeyi denediği 2000-2008 yıllarından farklı olarak, bugün uluslararası arenada yaptıklarından gurur duyan Kremlin, kendini çok kutuplu dünyanın kutuplarından biri olarak sunuyor. Bu gücün ilk gösterildiği yerlerden biri Ağustos 2008’de Gürcistan’daki askeri müdahale ile Güney Kafkasya  oldu. O dönemden beri Rusya, Minsk grubu çalışmalarına paralel olarak kendi himayesindeki Ermeni-Azeri buluşmalarının sayısını artırdı. Kırım’ın ilhakı, Avrupa ülkelerine ve ABD’ye karşı karşı-yaptırımların kabulü, Suriye’ye askeri müdahil olma da bu güç gösteriminin bir parçası. SSCB’nin çöküşünden ve bağımsızlığının ilanından sonra Ermenistan imkanları dahilinde her zaman için Rusya, AB, ABD ve İran ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerini dengelemeyi tercih etti. Ancak Güney Kafkasya’nın çalkantılı jeopolitik konumu ve Moskova’nın “sadakat” talepleri, ülkenin güvenliğinin en önemli konusu olması nedeniyle dış politikasında dikte edilen seçimler yapmak zorunda bırakarak ona çok da fazla manevra alanı bırakmıyor. Aynı zamanda bu çözülemez durum, Rus politikasının Ermenistan’a karşı ihtiyatsızlığı, onun geleneksel stratejik müttefikine güvenini azar azar bozuyor ve Rusya’nın kendisi için de önemli bir zorluk yaratıyor.

E-bülten

E-bültenimize üye olmak için

"Repair" proje ortaklari

 

Twitter

Facebook