Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde
Ermeni diasporasından bakış Soykırım tazminatları meselesinde Ermenilerin egemenlik hakları mı sorgulanıyor? Raffi Philippe Kalfayan |
Raffi Philippe KalfayanHukukçu, Uluslararası İnsan Hakları Ligleri Federasyonu (FIDH) eski genel sekreteri |
Ermeni soykırımı tazminatları meselesi Ermeni-Türk ilişkilerinin durumu ve iki ülkenin haklar ve özgürlükler ya da güvenlik sorunları aciliyetleri göz önüne alındığında afaki gelebilir. Ancak bu ilişkiler tarihin ve yerleşmiş meşru güvensizliğin ağırlığından mustarip olsa da, eski mağduriyetlerin tazmin edilmesi yeni bir dönemin temellerini atmak için bir seçenek olarak duruyor. Bu makale tazminatlar ve olası çözümler dosyası ile Ermenistan devletinin soykırım ve sonuçları meselesindeki mevcut politikasını iki ülkeye özgü koşullardan soyutlayarak inceliyor. Ermenilerin kaderlerini dün ve bugün belirleyen esnek faktörleri ve bunların soykırım tazminatları ya da toprak talepleri alanındaki etkilerini ele almak gerekiyor.
I - Ermenistan devletinin vazgeçilmez rolü
Bu konuda yapılan yeterli sayıda araştırma ve konferans Ermeni soykırımının maddi ve manevi tazminatlarına dair eylem stratejisi olabilecek büyük çizgileri ortaya koymayı sağlıyor.
Mülk kayıplarına bağlı bireysel tazminatlar, ister özel (aileler gibi) ister tüzel kişilere (şirket, dini kurum gibi) ait olsun, mülkiyet belgelerini elinde tutanlar tarafından Türk mahkemeleri nezdinde ya da Amerika’da olduğu gibi toplu davalar yoluyla bir sonuca ulaşabiliyor. Bu girişimler serbesttir ancak kolektif suçun telafisini kapsamazlar. Uygulama gösteriyor ki zaman geçtikçe mülkiyet konusundaki bireysel talepler “kolektifleşiyor”, yani kolektif taleplerin içinde eriyor çünkü kanıtları bir araya getirmek daha zor, aile üyelerinin harekete geçmek için nitelikleri ve ilgileri daha az belirgin ve özellikle zamanaşımı ya da yargı yetkisi gibi konulardaki prosedür engelleri aşılması daha zor hale geliyor.
Kolektif telafi kitlesel bir suç için adaletin özünü oluşturur. Milli (pan-Ermeni anlamında), stratejik (ekonomik ve sınırsal tazminatlar, tekrarlanmayacağının teminatı) çıkarları kapsar ve uluslararası hukukun (hakikat, başvuru, iade, tazminat ve tatmin) alanına girer çünkü işlenen fiiller insanlığa ve barışa karşı en ağır suçların cezasız kalmaması ve önlenmesi için mücadelesinde milletler topluluğunun tamamını ilgilendirir.
Mağdurların torunları olan Ermenilerin, özellikle de Türkiye’nin onayı olmadan, telafi haklarını talep edebilecekleri bir yargı mercii şu anda bulunmuyor. Bu durumun burada anlatması çok uzun olabilecek çok sayıda objektif hukuki sebebi var. Türkiye’nin geçmiş ihlaller için sorumluluğunu ilan edecek ve telafi zorunluluğunu yerine getirmesini talep edecek bir yargı kararı elde etmenin yolunu açacak bir dizi eylem yine de mevcut.
Bu aşamada iki farklı mekanizma kullanılabilir: birincisi devletlerarası mekanizmadır ki bu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ya da Güvenlik Konseyi’nde lehte bir oylama sağlayabilmek için Ermenistan’ın müdahil olmasını gerektirir (Uluslararası adalet divanına hukuk görüş sorulması gibi). Taleplerin yürütülmesi için öngörülen mekanizma uzlaşmaya dayalı bir idari süreç olan bir talepler komisyonu oluşturulmasıdır. Bu komisyonda yükümlülüklerin yerine getirilmesi Türkiye’nin onayına bağlıdır.
Her türlü kolektif telafi süreci üç ana sebepten dolayı devletlerarası düzeyde in fine Ermeni-Türk ilişkilerine bağlı olacaktır:
1. Türkiye Ermeni tarafıyla daha sonra her türlü bireysel ya da kolektif talebin önüne geçmek için toplu bir anlaşma yapacaktır.
2.Soykırım sorunundan esasında bağımsız olan Karabağ sorununun çözümü Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkileri için ön koşul olarak konulmaktadır.
3. Üçüncü taraflar soykırım konusunun iki devlet arasındaki ilişkilere dair olduğu kanısındadırlar. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Perinçek davasının ilk aşamasında (17 Aralık 2013) anlaşmazlığın merkezindeki sorunun “iki devlet, bir tarafta Türkiye, diğer tarafta ise halkı katliam ve tehcir kurbanı olmuş Ermenistan arasındaki ilişkilere dair” olduğunu not düşmüştür.
Ermeniler tarafından dile getirilen ve bazı siyasi partilerin hedefleri arasında yer alan toprak taleplerine gelince, onların Ermeni soykırımı tazminatları ile iki ana sebepten hiçbir ilişkileri olmadığını hatırlatmak gerekir:
1. Osmanlı Ermenileri Osmanlı İmparatorluğu içinde 14. Yüzyıldan soykırıma kadar olan dönemde özerk ya da bağımsız bir toprak birimine sahip değildiler.
2. Bu konu sadece devletlerin inisiyatifindedir ve her türlü toprak anlaşmazlığı Birleşmiş Milletler Şartı zor kullanımını yasakladığı için sadece barışçıl yollarla çözülmelidir.
18.- 21. yüzyıl arasında -kendileri katılsın ya da katılmasın- Ermenilere dair imzalanmış ikili ya da çok taraflı anlaşmaların geriye dönük incelenmesi ile şu hususlar ön plana çıkmaktadır:
1. Rusya Ortodoks Hristiyanların (Doğu meselesi) ve sonra Ermenilerin korunmasından sorumlu vasi olarak dayatılmış ya da kabul görmüştür (ilk defa 1878 Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarında bahsedilir)
2. İngiltere ve Rusya’nın bölgedeki etki oyunu Osmanlı’nın ve daha sonra Kemalist Cumhuriyet’in askeri ve ideolojik ittifakları ile Ermenilerin kaderini belirledi.
3. Bir Ermenistan devletinin kurulmasını öngören tek anlaşma 1920 Sevr Anlaşması’ydı ve kaderi bu jeopolitik oyunu simgelemektedir.
4. Kafkas devletlerinin sınırlarını bir Rusya-Türkiye anlaşması (Moskova 1921) belirler ve 21 Ekim 1921’de imzalanan Kars anlaşması ile kesinleşir. Kars’ta Bolşevik Transkafkas cumhuriyetlerinin egemenliği de ele alınır.
Sonuç olarak mevcut hukuki ve siyasi çözümlerin, Türkiye’nin dile getirebileceği taleplerin ya da muhtemel toprak talepleri meselesinin incelenmesi Ermenistan devletinin kaçınılmaz olarak müdahil olmasını gerektirmektedir, ama aynı zamanda Ermenistan’ın gerçek egemenliğini sorusunu da ortaya koymaktadır.
II – Ermenistan’ın soykırımın tanınması için mevcut siyaseti: telafiler için bir çıkmaz
Bu siyaset bugüne kadar 29 Ocak 2015’teki Pan-Ermeni bildirisi ile sınırlı kaldı ve Ermeni soykırımının dünyada tanınması sürecine desteğe odaklandı. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Ermenistan’ın soykırımların önlenmesin dair mücadelede ileri bir noktada olduğunu göstermek amaçlı bir “prestij diplomasi”sine girişti. Övgüye değer ancak geçmiş bir suç için adaleti tesis etmek amacıyla atılması gereken somut adımlardan uzak bir politikaydı.
Tam da bu konuda, yani belirli bir strateji ya da eylemlerin başlatılması hakkında, Ermenistan denetleneme konumunda kaldı. Bu konuları incelemek için özel olarak kurulan ve Ermenistan Anayasa Mahkemesi’ne bağlı çalışan birim inceleme, analiz ve inisiyatifleri bir araya getirdi ancak harekete geçme amacı taşımıyor.
Ermenistan’ın Perinçek-İsviçre ya da Chiragov-Ermenistan davasında olduğu gibi sonuçları tartışmalı birçok anlaşmazlık ile meşgul olduğunu belirtmek gerekir.
Kadro ve mali imkân yetersizlikleri, diasporanın yetkinliklerinden faydalanmayı reddetme ve aşikâr bir bağımlılık bir pasiflik durumu yaratıyor ve hukuki ve siyasi planda risk oluşturuyor. Çünkü bir yandan hukukun zamanı sonsuz değil ve diğer yandan saha karşı tarafa bırakılmış oluyor.
Bu tavrın üç olumsuz sonucu mevcut.
Öncelikle geleneksel olarak meşruluk arayışında olan dini ya da laik büyük diaspora kurumları üzerinde doğrudan bir etkisi oluyor. Ermeni meselesinde en ön planda olan ve en güçlü taleplere sahip Taşnaksutyun iktidarla ortak hareket ettiği için inisiyatif alanı daralıyor.
İkinci olarak pasiflik telafiler meselesinde olduğu kadar Ermeni soykırımının tanınmasında da en kötü senaryoyu oluşturuyor (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baş danışmanı geçen 30 Mayıs’ta Bakü’de Ermenilerin hep soykırımdan bahsettiklerini ama olaylar üzerine bir araştırmayı reddettiklerini ifade etti). Ermenistan ve diaspora birlikte proaktif değil reaktif bir şekilde hareket ediyor, gereksiz eylemlere girişiyor ve Türkiye ile müttefiklerinin diplomatik ve hukuki saldırılarına açık hale geliyorlar. Buna yakın zamandan bir kanıt olarak Ermenistan’ın karşılaştığı başka bir hukuki-siyasi sorunda Azerbaycan’ın Karabağ’da Ermeni işgalinin yasadışılığı ve üçüncü tarafların faaliyetlerine dair Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nda bir karar alınmasını talep etmesi gösterilebilir. Bu girişim Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarındaki ekonomik ve diğer nitelikteki yasadışı faaliyetlere dair üçüncü taraflara düşen yükümlülükler hakkındaki (10 Nisan 2017’de verilen) hukuki görüşe dayanarak yapıldı.
Üçüncü olarak geçen zaman ve hukuki atalet Ermenilerin talepleri için başvuru yollarına engel oluşturma riski taşımaktadır ya da onları sadece sembolik tedbirlere indirgeyecektir. Uluslararası hukukun ihlali ne kadar eski olursa zararların tespiti o kadar zorlaşacak ve telafiler daha sembolik, kolektif ve hafızaya dair olacaktır. Toprak talebi daha da problemli hale gelecektir: uluslararası yargı mercilerinin sürekli içtihadına göre geçen süre içinde eski ve tekrarlayan talepler olmaması halinde talep sahibinin durumu olduğu gibi kabul ettiği varsayılmaktadır. Ne mevcut Ermenistan devletinin ne de Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’nin Türkiye’den toprak talebinde bulunmadığını not edebiliriz. Oysa taleplere temel oluşturmak için tarafların tavrı büyük önem taşımaktadır ve bir tarafın pasifliği taleplerden ya da haklardan feragat olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
Ermeni soykırımı telafileri ya da Ermenilerin Türkiye’den toprak talepleri doğal ve kaçınılmaz olarak Ermeni-Türk ilişkilerine bağlıdır. Telafiler konusunda inisiyatifler kurbanların torunları için ve onların adına mümkün ve istenen bir durum olsalar da soykırımın maddi ve manevi tazminatları meselesinde ancak marjinal olarak kalacaklardır. Bu meselede Türkiye ve Ermeniler arasında bulunacak global bir anlaşmada Ermenistan’ın müdahilliği kaçınılmazdır.
Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni nüfusuna dair anlaşmaların, Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan ikili ya da çok taraflı sözleşmelerin incelenmesi ile Sevr ve Lozan’ın koşulları ve jeopolitik çıkarlar Ermenistan’ın ve Ermenilerin büyük güçlerin arasında bir etki savaşının -oyunun kurallarını kabul etmiş ya da maruz kalmış olsalar da- oyuncağı olduklarını göstermektedir.
Ermenistan’ın egemenliği Ermeni-Türk ilişkileri ve telafiler meselesinin merkezindedir. Amerika ve Avrupa tarafından Rusya’ya karşı yürütülen yeni “soğuk savaş” ve Batı ülkeleri ile İsrail’in İran’a yönelik tehditleri Rusya’nın “koruması” altında ve İran’ın dostu olan Ermenistan’ın kaderine dair okumaları karmaşıklaştırmaktadır.
Bütün bu oyunlar Karabağ meselesinin çözümüne odaklanmaktadır. 2009’da Zürih’te imzalanan protokoller gizli bir şekilde bu amaca yönelikti. Ve bu sebeple başarısızlığa uğradılar. Azerbaycan hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler nezdinde Ermenistan’a karşı başlatılan girişim izole bir inisiyatif değildir ve Ermenistan’a baskı kurmanın yeni bir aracıdır. Ermenistan Türkiye ile ilişki kurma arzusu ile Karabağ’ı koruma yönündeki hayati çıkarı arasında sıkışmış ancak kaderini eline alacak araçlardan yoksundur.
Bu çabalar Ermenistan’ın kaderini tekrar kontrol etmesi ve güven temin etmesi üzerine kurulmalıdır. Günümüzdeki stratejik ittifakları inkar etmeden Ermenistan’ın egemen bir siyaseti Türkiye’ye güven verecek ve ikili bir global ve stratejik bir anlaşmaya varabilecek bir diyaloğu kurmak için teşvik edecektir. Bu anlaşma ortak bir anlatının yazılması ve geçmişin mağduriyetlerinin telafisini içerecektir. Diğer yandan Türkiye de siyasi samimiyetini gecikmeden koruyucu tedbirler alarak göstermelidir: resmi inkâr politikasını askıya almalı, nefret ve ayrımcı söylemine son vermeli ve geçmişe dair sivil toplum ve siyasetten, ayrıca Ermeni toplumundan temsilcilerin dahil edileceği bir araştırma başlatmalıdır.
Bu makale, 17 Şubat 2017 tarihinde Erivan'da gerçekleştirilen "Ermeni-Türk diyaloğu için nasıl bir gelecek?Uluslararası ilişkiler ve bellek konuları arasında" konferansı çerçevesinde yazıldı. Bu konferans Ermenistan'daki Fransa Büyükelçiliği, Ermenistan Fransız Üniversitesi ve Fransız Kültür Merkezi Alembert Fonu işbirliği ile Yerkir Europe STK'sı tarafından düzenlendi.