Ermeni-Türk platformu

Türkiye, Ermenistan ve diasporadan görüşler
Tüm yazılar Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca dillerinde

 

Türkiye, iktidarın yıpranması. Bölüm 2

 
 
  Türkiye'den bakış


Türkiye, iktidarın yıpranması
Bölüm 2

Uraz Aydın

 

 
Uraz Aydın

Bağımsız gazeteci ve görevden alınan akademisyen

 

 

Türkiye, iktidarın yıpranması. Bölüm 1

 

Reisçiler versus İslamcılar mı?

Abdullah Gül’un, partinin önemli isimlerinin (Bülent Arınç gibi), daha sonra Davutoğlu’nun tasfiyesinin ardından Erdoğan’ın yakın çevresi, gitgide seküler çevrelerden gelen, daha önceden siyasi aidiyetleri olmayan göreceli olarak genç gazeteciler, iktisatçılar ve siyasetçilerden oluşuyor. İdeolojik formasyonları ise bir hayli muğlak. Bu kişiler için Erdoğan’la özdeşleşmenin kendisi bir siyasi dava haline gelmiş durumda. Bu tabii kendi fikirleriyle herhangi bir farklılık göstermeye cesaret edebilecek ve baskın karakterli siyasi şahıslarla uğraşmak istemeyen Reis’in bilinçli bir seçimi. Ancak bu yeni yetmelerin özellikle darbe girişiminden beri her sapmayı kriminalize ederek Erdoğan adına konuşmaları partinin dindar-muhafazakar ve özellikle eski kesimlerinde çeşitli tepkilere yol açıyor.

Sözde gazeteci Cem Küçük’ün bir televizyon programında referandumdan birkaç gün sonra yaptığı konuşma tüm bu karşıtlıkları kristalize eden bir tartışmaya yol açtı. En önemli özelliği açıkça muhalif gazetecilerin, entelektüellerin ve siyasetçilerin işten çıkarılması, medyatik lince tabii tutulması ya da tutuklanması için çağrıda bulunmak olan bu reisçi yorumcu bu defa İslamcılara, özellikle de İsrail’in Mayıs 2010’da saldırısının 9 gönüllünün ölümüne sebep olduğu Gazze’ye destek amaçlı 700 kişinin bulunduğu Mavi Marmara filosunu tertipleyen vakfı hedef aldı : “Artık AK Parti’nin radikal İslamcılarla da Mavi Marmara’daki manyak tiplerle de… Kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tip var… garip garip tipler var. Bunlarla da yolun ayrılması lazım. Tayyip Bey de bunları yapacaktır diye tahmin ediyorum”. Cem Küçük’ün çıkışı kamuoyunda reisçi ve İslamcılar arasında bir hesaplaşma gibi algılanan büyük bir polemiğe yol açtı.

Eski bir İslamcı köşe yazarı olan Ahmet Taşgetiren’in sözleri İslami davayı savunan “eskilerin” ruh halini yansıtıyordu. Taşgetiren yazılarında “sırtını ‘Reis’e dayadığı izlenimi veren bir grubun ‘İslamcılara karşı savaş’ tamtamları” çalmasının Erdoğan’a karşı en büyük komplo olduğunu belirtti. “Nereden geldikleri ve şimdi ne oldukları bilinmeyen bir grubun paçalara saldırması yetti artık. Her gün duvardibi yaratıklarının ortalığa çamur taşımaları yetti. Bakın, İslamcı - İslamcı olmayan ayrışması yapıldığında Ak Parti'nin canına okursunuz. (…) Bu bir operasyon, hem Tayyip Erdoğan'a hem Ak Parti misyonuna. (…) Birileri Ak Parti'nin varoluş misyonunu dinamitlemeye çalışıyor, benim okumam bu”. (Star, 27 Nisan 2017).

Reisçi ve İslamcılar arasındaki bu tartışma hakkında konuşmak üzere muhalif Müslüman entelektüel Cihangir İslam’la iftardan sonra Taksim civarında küçük bir pizzacıda buluşuyoruz. İslam 90’lı yıllarda Türk İslamcılığının tarihsel figürü ve Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan’ın yakın danışmanlarından biriydi. Cihangir İslam’ın aynı dönemde kurduğu Müslüman hassasiyetli insan hakları derneği Mazlum-Der’e AKP tarafından bir yönetim değişikliği ile kısa süre önce el konuldu. 2010’da kurulan, dini hassasiyetli, demokrasiyi ve sosyal adaleti savunan ve İslam’ın katkıda bulunduğu Has Parti, yönetiminin AKP’ye dahil edilmesiyle ortadan kaldırıldı. Cerrahi profesörü olan Cihangir İslam kısa süre önce Barış için Akademisyenler’in ifade özgürlüğüne destek için katıldığı bir imza kampanyası yüzünden Erdoğan’ın bir kararnamesiyle üniversitedeki görevinden alındı.

Dördüncü defa üniversiteden atılıyorum” diye anlatıyor İslam. “İlk üç defa 90’lı yıllarda insan hakları, özellikle de başörtüsü hakkı için faaliyetlerim yüzündendi ve dördüncü defa bugün Erdoğan döneminde. Ama o zaman itiraz hakkımız vardı, bugün o da yok”. Erdoğan rejimi Cihangir İslam’a göre makyavelist ve bonapartist bir yönetimi teşkil ediyor : “AKP İslamcı bir parti değil, siyasi herhangi bir değerden bağımsız ve sadece iktidarda kalmanın yollarını arıyor. Şefin etrafında safları sıkılaştırma o kadar birincil bir hale geldi ki bağlılık beyanı her gün tekrarlanması gereken bir yemine dönüştü, bu neredeyse bir zorunluluk. Meşrulaştırma reisten geçiyor. Bu yüzden kendilerine İslamcı diyen eleştiride bulunanlar Erdoğan’ı değil ama çevresini hedef alıyor. Bu yüzden İslamcıların bu partide hiçbir işi olamaz çünkü bireysel iradenin, peygamberin dahi üzerinde olan bir prensip, ya da isterseniz bir aksiyom vardır.

Türkiye’deki İslami cemaatler uzmanı ve (pek çok gazetecisi ve yöneticisi hapiste olan) Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Tayfun Atay da aynı fikirde : “AKP hiçbir zaman İslamcı olmadı, aksine kurucuları İslamcılıkla vedalaştıklarında Post-İslamcılığın yolunu açarak AKP doğdu” diye belirtiyor. Atay kelime oyunu yaparak şunları ekliyor : “Dindar değil dinbaz bir parti, yani dünyevi ve maddi çıkarları uğruna dini seferber ediyor. İslami retorik korunuyor ve hatta altı çiziliyor ama altta yatan helal bir kapitalizm”.

Atay’a göre cemaatlerin durumu bu dönüşümü iyi ortaya koyuyor : “Dini cemaat ve tarikatların hepsi bugün medya kuruluşları, hastaneler, Kuran kursları, süpermarketler ve çeşitli finans şirketlerini yöneten vakıf ve holdinglerden oluşuyor. Erdoğan onlara bu yolu açtı ve bugün onlar da ona itaat ediyorlar”. Reisçilere dair Tayfun Atay şu değerlendirmede bulunuyor : “Erdoğan’ın karizmasına dayanan kişilik kültü ve partinin çıkar dağıtımına dayanan yapısı kendilerine muhalefete, özellikle de yakın muhaliflere karşı cellatlık işlevi yükleyen bütün bu Reis taraftarlarının, trollerin, bu lümpen entelijansiyanın ortaya çıkmasına sebep oldu.  Temsil ettikleri artık post-İslamcılık değil ama post-mortem bir İslamcılık”.

Cumhurbaşkanı Erdoğan iki tarafı da eleştirerek Mayıs 2017’de polemiği sonlandırmaya çalıştı : “Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki”. Muhaliflere hitap etmeyi de unutmadı : “Bahsettikleriniz arasında, kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Daha sonra ibreleri değişti. Trenden indiler. Hele hele son dönemde, çok çirkin, kabul edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa yolda, çizgide istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır.

Yorgun bir parti ?

Tartışmanın yoğunluğu Reis’in müdahalesinden sonra hakikaten yatıştıysa da yaz boyunca memnuniyetsizlikler birikmeye devam etti ve aynı kırılmalar üzerinden yeni tartışmalar ortaya çıktı. Mayıs sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet referandumda oy kaybının sebeplerine dair kendi görüşünü açıkladı : partisi bir “metal yorgunluğu” mağduruydu. 2019 seçimlerinin her seviyede bir iktidar kaybı riskini taşıdığının farkında olan Reis artık her fırsatta partinin kadrolarında “derin bir değişim”, gençleri ve kadınları öne çıkaran bir teşkilat yenilenmesi çağrısında bulunuyor. Erdoğan bıkkınlık hissedenlerden görevlerini devretmelerini istedi ve bu çağrı olması gerektiği gibi “proxy-gülencileri”, parti içinde cemaat (“Fethullahçı terör örgütü”) adına davrananları uzaklaştırmayı hedefleyen yeni tasfiyelerin ilanı gibi algılandı.

AKP’nin başlıca muhaliflerini bir araya getiren ve Reisçiler tarafından Davutoğlu eliyle yönetildiğinden şüphelenilen (Davutoğlu’nun eski danışmanı liberal Ermeni entelektüel Etyen Mahçupyan gazetede düzenli bir şekilde köşe yazıyor) Karar gazetesi doğrudan Reis’e karşı konumlanmadan bu “yorgunluk” açıklamasına tepki verdi. Uzun süre gazetecilik yapmış olan ve eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan bu yaklaşımı kapsamını göreceleştirerek eleştirdi : “Bizzat genel başkan, partinin toplum nezdinde bir yıpranmışlık, yorgunluk algısı oluşturduğunu görmüş olmalıdır ki doğrudan müdahale etme gereği duymuştur. Ancak burada esas önemli mesele; acaba sadece teşkilatlarda mı bir yorgunluk vardır, yoksa AK Parti’nin kuruluş felsefesiyle topluma deklare ettiği evrensel standartlardaki özgürlükçü, demokrat ve değişimci söylemin pırıltısı mı azalmıştır, bunu iyi analiz etmek gerekiyor” (Karar, 18 Ağustos 2017). Ocaktan’a göre partinin yenilenme girişimin yanı sıra kendi içine kapanmasının ve “neredeyse her şeyi vatan-millet-dış düşman kavramlarıyla açıklama” tavrının sebepleri hakkında düşünmesi gerekiyor (Karar, 21 Ağustos 2017).

Karar gazetesinin başka bir köşe yazar Hakan Albayrak çok daha açık bir şekilde partinin “lider karizmasıyla ezilmeyen” bir çeşitliliği tekrar yakalaması gerektiğinden bahsediyor. “Kimi parti büyüklerini, milletvekillerini, bakanları, eski bakanları” da “tepkilerini açıkça ifade etmeye” davet ediyor : “Kapalı kapılar ardında konuşmakla bir şey değişmiyorsa meseleleri kamuoyu önünde enine boyuna konuşarak toplumsal baskı oluşturmaya çalışmaktan başka çare yoktur”. (Karar, 14 Eylül 2017).

Ancak yenilenme şimdilik ağır aksak ilerliyor. Çünkü Erdoğan kendisine tamamen sadık bir partiye ihtiyaç duysa da büyük boyutta bir temizliğin teşkilatta ya da seçmen tabanında çok sayıda taraftarını rencide etme riski taşıdığının gayet farkında. Üstelik Reisçi kariyeristlerin sadakati şimdilik şüphe götürmese de Prof. Atay’ın altını çizdiği gibi “Zamanı geldiğinde onu ilk terk edeceklerin onlar olduğunu biliyoruz. Erdoğan da bunun farkında”. 

Makalenin orijinal versiyonu "Turquie. «La fatigue du métal». Controverses et polémiques au sein de l’AKP aux lendemains du référendum"  başlığıyla 27 Eylül 2017'te "A L’encontre" web sitesinde yayınlanmıştır.

kimliği

E-bülten

E-bültenimize üye olmak için

"Repair" proje ortaklari

 

Twitter

Facebook